TUĞÇE MADAYANTİ DİZİCİ
2021.10.09 04:00
58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin bu akşamki ödül töreninde herkese başarılar dilerim, umarım adalet edenler adalet ettikleri ödülleri alırlar. Ve her şeyden önemlisi bu filmler sinemada vizyona girer ve seyirci ile buluşurlar.
Şenlik yazısı kâğıda dökmek önceden çok daha keyifliydi çünkü festivaller vaktiyle daha heyecanlı daha enerjikti. İnsanlar gibi festivaller de halsiz düştü pandemi etkileri nedeniyle. dahası natürel, eksik kişinin izlediği ve yakın gelecekte de ne süre izlenecekleri böylece de muhakkak olmayan filmlerle ilgili yazmak artık daha acayip gelmeye başladı. Yani kaçınız izledi son iki sene Altın Portakal’da “En İyi Film Ödülü alanları? Geçen Altın Portakal’ın En İyi Film ödülünü bölge Azra Deniz Okyay’ın Hayaletler filmi de, 2019’da ödüllere boğulan Ali Özel’in Bozkır filmi de sinemada hâlâ vizyona girmedi. Fakat adettendir şenlik yazısı yazmak o yüzden bu sene de bu geleneğimi bozmadan bazı filmlere değineceğim.
EN İYİ FİLMLER
Festivalde en iyi film favorim Mektep Tıraşı oldu. Filmi daha önce izlemiş ve mart ayında hakkında detaylıca yazmıştım (2021.03.13, Pazarlıksız ve İnkar Savıcı). Bir öteki gözde filmim ise Semih Kaplanoğlu’nun yeni üçlemesinin ikinci filmi Sadakât Hasan. Bu film fazla yönlü incelenmesi gereken, ileri düzey okumalara açık olgun bir yapım. Şimdilik filmin beni daha çok alakadar eden yönüne değinecek olursam bu film çevreci bir film olarak da ele alınabilir. Çünkü, üretim ve tüketim süreçlerinden, bilim ve teknolojinin rolüne değin insan-doğa ilişkisinin algılanışının bambaşka boyutlarda değerlendirilmesine yol açan bir hikâyesi de var filmin. Kabul etmeliyiz fakat dokunulmamış dönemlerden itibaren insanın doğa ile ilişkisinde geldiği nokta bütün anlamıyla bir afet. Doğayı adeta kendine hizmetkâr etmiş olan insan, kendi içindeki bozulmayla birlikte her şeyi kesintisiz zehirlemekte; filmde en çok içimi acıtan ilaçlama sahnesinde olduğu gibi. Alarm çanlarını zeka duymayan kulakların, film her tarafında bir çağrı gibi esen sert rüzgârın sesini duyması böylece muhtemel değil gibi.
AKICILIK SIKINTISI
Kafes filminde karşımıza meydana çıkan, İstanbul’un en arka sokaklarında hayat mücadelesi veren anti kahraman hikâyeleri birer cevherdir sinema için. Filmin, hikâyesine ve karakterlerine içten çok içeriden bir bakışı olduğu anlaşılıyordu. Senaryo sıkıntısının olması, hikâye örgüsünün ve kişilik motivasyonlarının dahi anlaşılamamasına yol açmıştı. Anadolu Leoparı bir birincil film olarak kabul ederek kusurlarını görmesem dahi cılız diyaloglarının oyuncuların ağzına zeka oturmadığını anlatmak zorundayım. Filmin hikaye katmanları da birbiriyle kaynaşmayınca kopukluk heybetli olmuştu. Bir öteki ulusal müsabaka filmi Bembeyaz aslında iyi film olabilirdi lakin film anlamsal olarak oldukça sorunlu bir finale sahip. Bunu spoiler vermeden derinlemesine gerekçelendirmem şiddet. Ama şu kadarını söyleyebilirim; Kabil’in Habil’i ölüme götürüşünden beri yüzyıllardır felsefe ve teolojinin uğraştığı, tanrının işlediği cinayetler sorunsalının hesabı, bayan cinayetlerini çağrıştıran ve bu sebeple zamanın ruhuna uymayan bir denklemde görülmemeliydi.
FESTİVALİN SÜRPRİZİ
Geçen yazımda da söylemiştim, benim için sürprizlere açık olmaktır film festivalleri. Bu sürpriz ister karanlık olsun isterse aydınlık. Ne yalan söyleyeyim Diyalog isimli filme girerken ümidimi kaybetmiş ruh halindeydim. Oysa film benim için az daha festivalin sürprizi oldu. Filmin anlatı yapısı olarak hatırlattığı film nedense Birdman oldu. Gerçek hayat ile akicilik metninin, olaylar ile diyalogların üstüste ve iç içe binmesi bunda en büyük faktör. Bunun haricinde yönetmenin, Kadıköy sokaklarında kullandığı plan sekans ile gerçekliğin seyirci üzerinde bıraktığı izlerden bahsetmek olası. Bu iz bırakma meselesi önemli. Sinema tarihi içerisinde etkili bir tarz olan plan teknik bir yöntem olmaktan ziyade eylemin felsefesi açısından doğalcılık, ölçülebilen ve gözlenebilen vakit, ile ilintilidir. Bu sebeplerle teknik olarak kullanılsa bile anlamsal olarak defalarca etkin olmayabilir. Burada olmuştu. İlk uzun metraj filminde böylesi bir dil yakalayan Ali Tahsin Turhan’ı tebrik ediyorum. Psikolojik gerçekçiliği en iyi şekilde ortaya çıkaran metod oyunculuğu ile başrollerdeki Ushan Çakır ve Hare Sürel’in oyunculukları ise uzun zamandır sinemamızda gördüğüm en doğal, en akıcı, senaryo ile en uyumlu performanslardı. Son olarak, bu akşam ödül töreninde herkese başarılar dilerim, umarım hak edenler hak ettikleri ödülleri alırlar. Ve her şeyden önemlisi bu filmler sinemada vizyona girer ve seyirci ile buluşurlar.