Şehirde Aralık
Aralık ayında şehirde. Kulede,
zayıf melek, güneş ışığında parlıyor
hala kırılgan, aynı mavi havaya bakıyor
ilkbaharda olduğu gibi, düşünürken
sessiz, eski sokakların açık labirenti.
Badana armonileri ve zıtlıkları
ve kıvrımlı hatları boyunca kırmızı hardal.
Kapalı bahçede fayanslar görev yapıyor
gizli renk ve ihmal ayinlerinde.
Barok kubbelerin nasıl yükseldiğini görüyor,
plazalar neşeli hakimiyetlerinde,
uzaklarda görünen ovalar.
Öğleden sonra ışığı vermeye başlıyor
yeni konturlar ve belirgin bir parlaklık
hem manzara hem de zaman olan bu yerde.
Ölen pembe güneş, son uzun kuyruklar,
cennetin alevlerine dönüşen yapraklar.
Uzun palmiye ağaçları nöbet tutar. çanlar duyuruyor
gece. Melek dönüştürülür: kanatları
şimdi gün batımı, kule yalnızlığı.
Şehir artık yok. onun ışıkları
Grace’in rüyasını yansıtır. şimdi gölge
Aralık ayı nehrin üzerine düşer.
Diciembre en la ciudad
Diciembre en la ciudad. En la torre,
iluminada por un sol más debil,
por el mismo aire azul de primavera,
contempla el ángel el claro laberinto
de las calles antiguas, silenciosas.
En sus curvados grazos, armonías
y de la cal y la almagra ile tezat oluşturuyor.
En el jardín cerrado, azulejos memuru
sekretas törenleri de renk ve terk.
Ve cómo ascienden cúpulas barrocas,
el predominio alegre de las plazas,
las lejanas llanuras hediyeler.
Y la luz de la tarde va otorgando
perfiles nuevos, un fulgor distinto,
En güzel gün.
El sol rosa, vencido, las espadañas últimas,
arden frondas en llamas de paraíso.
Altaş palmeras velan. Anuncian ya la noche
las campanas. El ángel se dönüşümü:
torre de soledad, ne yazık ki ocaso.
Yok la ciudad. Sus luces oğlu espejos
del sueño de la Gracia. Ahora cae
Sombra de dicciembre sobre el río.
Rüyaların Tanrısı
Gümüş bir bereketten
tanrı şehrin üzerine gece döker.
Diğer elinde sunuyor
rüyaların yavaş çiçeği.
Sadece tahmin edebileceğim jestler
sihirli bir şekilde ilerleyen bu bronz parçadan
hiçliğe, cam kasasında karanlık,
Baktığım kadarıyla zamanın ötesinde, kutsalın ötesinde.
Asilzadenin malikanesinin gölgesinde tapınılan,
tanrı rüyaların gizli seslerini aldı,
koridorda dolanan su kadar soluk,
mozaiklerin ardındaki eser kadar kalıcı.
Bu gizemlerden bir şey hayatta kalıyor
bu sessiz bronzda,
hareketsiz kanatlarda,
el boşlukta tutuklandı.
Görüntülerle lekelenmiş,
belirsiz kelimelerin ince bir tortusu,
deniz, ev, düşme ve uçuş,
bir at, çocukluğun kapıları, tekrar tekrar,
bütün karmakarışık dünya içimizde saklı.
Baktıkça o sesleri görüyorum
bu küçük, uyuyan tanrıya,
müzenin mırıltısının ötesindeki sessizliği,
toplanan kapalı bir sessizlik
dualarımız ve korkumuz,
o sıradan saatlerin bilmecesi
ölüm gelip kendini evinde hissettiğinde.
El dios del sueño
Con un cuerno de plata
Derrama el dios la noche sobre el mundo.
Açıklama
la lenta flor del sueño.
gestos adivinados en este bronce roto,
sihirli bronce avanzando en la nada,
que miro hoy oscuro en su vitrina,
fuera del tiempo ya, fuera de lo sagrado.
Adorado en las sombras de la casa patricia,
recibía las voces secretas de los sueños,
débiles como el agua serpeante en la sala,
duradera como emek de los mozaikos.
Algo de esos misterios sobrevive
en este bronce sessiz,
ne yazık ki inmóviles,
la detenida mano en el vacío.
Su patina la forman las imágenes,
el leve sedimanto de palabras oscuras,
tekrarlar el mar, la casa, la caída y el vuelo,
Bir Caballo, La Infancia,
todo el mundo revuelto que ocultamos.
Ahora miro esası mientras miro’yu seslendirir
este pequeño dios dormido,
tüm sessizliği bozan müzik müzesi,
un cerrado silencio que atesora
las plegarias y el miedo de los hombres,
el enigma de esas horas günlükleri
en que la muerte baja y nos habitatı.
İspanyolca’dan çeviriler
Kaynak : https://www.worldliteraturetoday.org/blog/poetry/two-bilingual-poems-spain-juan-lamillar